Başlamadan önce sevgili okura not: Bu yazı, beni idam konusunda düşünmeye iten Victor Hugo’nun çok değerli romanı Bir İdam Mahkûmunun Son Günü; Hugo’nun idam hakkındaki düşünceleri ve hukuksal olarak idamın değerlendirilmesi hakkında bilgiler içerir. Alıntı yaptığım satırlar ve derlediğim tüm maddeler idam hakkındaki bire bir düşüncelerimdir.
Ölüm cezası, insanlık tarihinin başlarından itibaren şimdi sıralayacağım maddeler ve benzeri sebeplerle uygulanmaktadır.
- İşlenen suçun toplumun bütününün güven ve huzurunu zedelemesi, büyük tepki uyandırması ve korku salması.
- Göze göz uygulaması. (Kasten adam öldürme suçundan suçlunun öldürülmesi gibi.)
- Genel veya özel menfaat ve değerlerin ihlal edilmemesi için potansiyel suçlulara gözdağı vererek suçların önlenebileceği düşüncesi. (Ortak yarar için caydırma.)
Buna kısaca değindikten sonra kitaba geçmek istiyorum.
Victor Hugo, 1829 yılında (26 yaşındayken) kitabını kaleme aldığı dönemin Fransa’sında idamı değerlendirmek oldukça çarpıcı bir durum olduğundan, Bir İdam Mahkûmunun Son Günü’nü isimsiz olarak yayımlama kararı alır ve ancak üç yıl sonra kitabın anlaşıldığını görünce buna bir önsöz ekler. Önsözünde, kitabını yazarken ülkesindeki idam kararlarından, giyotinden[1] ve Greve Meydanı’ndan [2] etkilendiğini; infazların gerçekleştirildiği o uğursuz perşembe günlerinde idam edilecek bahtsızın halini düşünmekten kendini alıkoyamadığını, hatta bundan başka bir iş yapamadığını; bu meseleyi topluma anlatması gerektiği düşüncesinin kendisini yiyip bitirdiğini; ancak saat dördü vurduğunda, yani infaz bitip tüm bu işkence son bulduğunda rahat bir soluk aldığını ifade eder. Nihayet bu kitabı yazdıktan sonrası içinse şu cümleleri kullanır: “O zamandan beri içi rahatladı. Hukuki infaz olarak anılan bu kamu cinayetlerinden biri işlendiğinde, bilinci ona artık bu suça ortak olmadığını söyledi ve artık Greve’den toplumun bütün üyelerinin yüzüne sıçrayan kan damlasının alnına değmediğini hissetti.”

Bir İdam Mahkumunun Son Günü’nün Yazılış Amacı:
Yazış amacından bahsederken ise şöyle der: “Yazarın amacı, gelecek kuşaklar konuyla biraz olsun ilgilenirse, bu kitabın seçilmiş herhangi bir mahkûmun, bir suçlunun her zaman kolay olan ve kalıcı olmayan özel savunmasını içermediğini; şu anki ve gelecekteki bütün suçlular için genel ve kalıcı bir savunma olduğunu; asıl temyiz mahkemesi olan halkın önünde insan haklarının savunulmasının ve dile getirilmesinin doruk noktasını temsil ettiğini; bütün ceza mahkemelerinin önünde o ilahi dava reddinin sonsuza dek inşa edilmesini dile getirdiğini; bütün büyük davaların derinliklerinde kralın adamlarının kanlı söylevlerinin ikna gücü sayesinde titreştiği belli belirsiz fark edilen o lanetli ve kasvetli sorunu ortaya koyduğunu; mahkeme heyetinin cafcaflı karmaşasından arındırılıp aniden bütün gerçekliğiyle görülebileceği, olması gereken, hak ettiği o korkunç yere, mahkemeye değil giyotin sehpasına, hâkimin değil celladın önüne yerleştirilen ölüm kalım meselesini ele aldığını anlamalarıdır.”
Hugo’nun kitabında, suçunu ve adını bilmediğimiz bir mahkûmun infazından önceki son gününü okuruz. Beni müthiş rahatsız eden, harflerin ayaklanıp boğazıma sarıldığı ve beni sıktıkça sıktığı sayfalar okudum. Okurken araştırıp edindiğim bilgilerle birlikte (giyotinin tarihi, Greve Meydanı, 1793-1794 Fransa Terör Dönemi) rahatsızlığım daha da arttı. Sayfaları çevirirken, kendimi, idamı izlemek için Greve Meydanı’nda toplanmış o kalabalığın arasında giyotin sehpasına bakarken buldum. Okurken defalarca okuduğum yerlerden biri, mahkumun infaz gününden önce bazı suçlara alternatif bir yaptırım olan kürek cezasına “Asla, ölmek daha iyi.” gözüyle bakıp, giyotin sehpasına giderken, ölmektense ömür boyu kürek cezasına mahkum kalma arzusu duyduğu kısımdı. Kitabın en vurucu yerlerinden biriydi zannımca.
Bunların yanında eklediği önsözünde idam hakkındaki düşüncelerine de yer verir.
“Yargılayanlar ve mahkum edenler ölüm cezasının toplumdan kendisine zarar veren ve daha sonra da zarar verebilecek olan birini uzaklaştırmanın önemi nedeniyle gerekli olduğunu söylüyorlar. Sadece bu söz konusu olsaydı, müebbet hapis cezası yetecekti. Öldürmek neye yarar? Hapishaneden kaçabileceğini söyleyerek itiraz edeceksiniz, öyle değil mi? Nöbetçileriniz görevlerini iyi yapsınlar. Demir parmaklıkların sağlamlığına güvenmiyorsanız, hayvanat bahçelerini açmaya nasıl cesaret ediyorsunuz? Zindancının yeterli olduğu yerde cellada gerek yoktur. Ama devam ediliyor. Toplumun intikamını alması, cezalandırması gerekiyor. Ne biri ne diğeri. İntikam almak bireyseldir, cezalandırmak Tanrı’nın işidir. Toplum ikisinin arasında, cezanın altında intikamın üzerinde yer alır. Böylesinde büyük ve böylesine alçak iki şey ona düşmez. ‘İntikam almak için cezalandırmak’ yerine iyiliğe yöneltmek için düzeltmelidir.”
İdam hakkında ne düşüncede olursanız olun, mutlaka okumanızı önerdiğim bir kitap.
Peki ölüm cezası neden etik değil?
- Devletin ceza verme hakkı, yaşamı sonlandırmayı kapsamaz. Devlet yetkisini bireyden alır ve hiçbir birey hayatını sona erdirme yetkisini devlete vermez.
- Hayat hakkı kutsaldır.
- Evrensel İnsan Haklarının 5.maddesine göre “Hiç kimseye işkence yapılamaz ya da zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele uygulanamaz.” Ölüm cezası bu maddeyle çelişmektedir. Burada asıl mesele, örneğin suçlunun adam öldürmesiyle beraber eş olarak onun da maddeyi ihlal etmesi, bunun sonucu olarak da ölüm cezası verilmesi değildir, onaylanmayan bir suçun cezası onaylanmayan şekliyle verilmemelidir.
- İdam şekilleri acımasız ve insanlık dışıdır.
- Cezanın temyiz ve onarım yolu yoktur.
- Cezalarda temel esas caydırıcılık olmalıdır. Ölüm cezası tam oranda caydırıcılık sağlamaz. Bu cümleyi idam cezası olan ülkelerdeki suç oranlarıyla destekleyebiliriz.
Ben ölüm cezasından ziyade, toplumlarda bu cezayı gerektirecek suçlar için yaptırımların ağırlaştırılması taraftarıyım. Kasten ve tasarlayarak adam öldüren ya da tecavüzde bulunan birine iyi hal indirimi uygulanan davalara bakalım, ceza yeterli diyebilir miyiz? İdam yerine ağırlaştırılmış cezalar uygulanmalı ve bu konuda bireysel öç alma duygusu bir kenara bırakılmalı, duygusal düşünülmemelidir.
Faruk Erem: Bir Ceza Avukatının Anıları
Yazıyı bitirmeden önce bu kitaptan ufak bir alıntı yapmak istiyorum.
“Ceza Usulü Kanununda bir hüküm vardır: Ölüm cezasına mahkum edilmiş olanın avukatı isterse, müvekkili asılırken hazır bulunabilir. Kanuna göre mahkeme heyetinden de bir zat bulunacak. Yetersiz. Ölüm cezası veren ağır ceza heyeti (fakat kim verdi ise onlar) tümden hazır bulunsun. Uygulama hiç de böyle olmuyor. Ne hakimler geliyor, ne avukat. Hepimiz gidelim. Göreceksiniz, ölüm cezası azalacak.
Avukatlığa yeni başlamıştım. Adamı kurtaramadım. Yıllar geçti. İnancımı kaybetmedim. Adam suçsuzdu. İnfaza gittim. Sehpa hazırdı. İnfaz memurları beni yadırgadılar, <acemi avukat> olduğumu anladılar, önem vermediler. Adam bir sigara istedi. Bende yoktu, veremedim. Başkası verdi. Sonra bana döndü. Elimi tut, dedi tuttum. Adam soğuyordu. Eğer insanın nasıl soğuduğunu bilmezseniz, ölüm cezasını cesaretle savunursunuz. Öyle ya, herkesin ısısı kendine (!) [3]
Dipnotlar
[1] Giyotin: İdam mahkumunun başını kesmek amacıyla geliştirilmiş bir çeşit idam aracı.
[2] Greve Meydanı: Bugün Paris Belediyesi’nin bulunduğu meydan. Fransa’da giyotin ile gerçekleştirilen idam cezaları bu meydanda infaz edilmiştir.
[3] 1.Ölüm Cezası, a.Isı, syf 11, Kuzey Yayınları, 1984 3.baskı
Victor Hugotor Victor Hugo Victor Hugo Victor Hugo Victor HugoVictor Hugo Victor Hugo
Victor Hugo
Yazarımızın diğer yazıları için tıklayınız.
Bizi takip ediyor musunuz?
Instagram ∇
Twitter∇
Facebook∇
LinkedIn∇
Pinterest∇
Tamamen aynı fikirdeyim, “zindancının yeterli olduğu yerde cellada gerek yoktur.” İdam aslında bizim insanlığımızdan da çalan bir uygulama. Yazın gerçekten güzel olmuş.